Denizin Üzerindeki Saray: Haydarpaşa Garı ve Çevresine Tarihi Bir Yolculuk

Denizin Üzerindeki Saray: Haydarpaşa Garı ve Çevresine Tarihi Bir Yolculuk

İstanbul, katman katman açılan bir hazine sandığı gibidir; ancak bu sandığın en gösterişli kilidi Haydarpaşa’dır. Çoğumuzun Yeşilçam filmlerinden ezbere bildiği o sahne vardır: Elinde tahta bavuluyla trenden inen köy delikanlısı, garın o devasa merdivenlerinde durur ve karşısındaki denize, Topkapı Sarayı’na, Sultanahmet’in minarelerine bakar. “Seni yeneceğim İstanbul!” cümlesinin kurulduğu o “sıfır noktası” işte burasıdır.

Peki, neden Haydarpaşa? Neden denizin içine, bu kadar masraflı ve zor bir inşaatla bir gar yapılmıştır? Bu soruların cevabı, bizi 20. yüzyılın başındaki büyük dünya siyasetine, Alman İmparatorluğu’nun “Drang nach Osten” (Doğu’ya Yayılma) politikasına ve Sultan II. Abdülhamid’in demiryolu hayallerine götürür.

1. Suyun Üzerinde Yükselen Alman Rüyası: Mimari ve İnşaat

Haydarpaşa Garı’nın inşası, aslında Bağdat Demiryolu projesinin görkemli başlangıç noktası olarak tasarlanmıştır. Amaç, İstanbul’u demir ağlarla Bağdat’a, oradan da Basra Körfezi’ne bağlamaktır. Bu devasa proje için Alman mimarlar Otto Ritter ve Helmut Conrath görevlendirilir.

Binanın en büyüleyici özelliklerinden biri, temelidir. O gördüğünüz devasa taş kütle, aslında suyun üzerine inşa edilmiştir. Denizin tabanına, her biri 21 metre uzunluğunda olan tam 1.100 adet suya dayanıklı meşe kazık çakılmıştır. O heybetli bina, yüz yılı aşkın süredir bu ahşap kazıkların üzerinde, adeta suyun üstünde yüzen bir gemi gibi dengede durmaktadır.

Binanın dış cephesinde kullanılan taşlar da özeldir. Lefke-Osmaneli’den getirilen bu taşlar, kolay işlenebilen ama hava ile temas ettikçe sertleşen bir yapıya sahiptir. Günün saatlerine göre renk değiştiren; sabahın ilk ışıklarında pembeleşen, gün batımında ise kızıla ve somona çalan o büyülü rengini bu taşlara borçludur. Mimari üslup olarak “Neo-Rönesans” etkisindeki Alman tarzı, klasik Osmanlı motifleriyle harmanlanmıştır. Bu yüzden Haydarpaşa, hem çok Avrupalı hem de çok İstanbulludur.

2. Kapıdan İçeri: Zamanın Donduğu O Büyük Salon

Restorasyon çalışmaları öncesinde o büyük kapıdan içeri girdiğinizde sizi karşılayan atmosfer, dünyadaki hiçbir tren istasyonuna benzemezdi. Yüksek tavanlar, duvarlardaki ince kalem işleri ve en önemlisi; o muazzam vitraylar.

Alman cam sanatçısı O. Linneman tarafından yapılan vitraylar, garın ruhaniyetini oluşturan en önemli unsurdur. Güneş ışığı bu renkli camlardan süzülüp, yolcuların telaşlı yüzlerine vurduğunda, içerisi bir katedral sessizliğine bürünürdü. Vitraylardaki kanatlı tekerlek sembolü, demiryollarının hızını ve gücünü simgelerken, bitkisel motifler doğanın bereketini anlatır.

Tavan süslemelerinde ise bir “göz” sizi izler gibidir. Garın içindeki akustik, topuk seslerini çoğaltır, fısıltıları uğultuya çevirir. Burası, milyonlarca vedanın ve kavuşmanın enerjisini duvarlarına hapsetmiş bir “duygu deposu”dur. İçerideki o eski ahşap gişeler, “Ankara Ekspresi” yazan tabelalar, tarihi saat… Hepsi, analog bir dünyanın son kaleleridir.

3. Haydarpaşa’nın Çilesi: Yangınlar ve Direniş

Haydarpaşa Garı, güzelliği kadar talihsizliğiyle de meşhurdur. Tarihi boyunca dört büyük felaket atlatmıştır, ancak her seferinde küllerinden yeniden doğmuştur.

  • 1917 Sabotajı: I. Dünya Savaşı sırasında, garın deposunda cepheye gitmek üzere bekleyen cephaneler, bir İngiliz casusunun sabotajı sonucu infilak eder. Patlama o kadar şiddetlidir ki, Kadıköy’deki evlerin camları kırılır, yüzlerce asker şehit olur. Gar büyük hasar görür ama yıkılmaz.
  • 1979 Tanker Faciası: “Independenta” adlı tankerin garın hemen açıklarında patlaması sonucu ortaya çıkan ısı ve alevler, garın o muhteşem vitraylarını eritir. O kurşunlu camlar, sıcaklığa dayanamayıp adeta ağlar gibi eriyip dökülmüştür. (Bugün gördüklerimiz aslına uygun restore edilenlerdir.)
  • 2010 Çatı Yangını: Belki de hepimizin en net hatırladığı, yürek yakan o görüntü. Çatıda çıkan yangın, o ikonik kuleyi ve çatıyı kül etti. O gece tüm İstanbul, Haydarpaşa’nın yanışını çaresizce izledi. Ancak bu yangın, garın sonu değil, belki de en kapsamlı restorasyonunun ve altındaki arkeolojik hazinenin ortaya çıkışının vesilesi oldu.

4. Rayların Altındaki Kayıp Şehir: Khalkedon Uyanıyor

İşte gezi yazımızın en heyecan verici ve güncel kısmına geliyoruz. 2010 yangınından sonra başlayan restorasyon çalışmaları sırasında, peronların ve rayların altında bir şeyler fark edildi. Kazma vurulan yerden tarih fışkırıyordu.

Haydarpaşa Garı’nın arkasındaki o geniş tren park sahası, bugün devasa bir arkeolojik kazı alanına dönüşmüş durumda. Meğer biz yıllarca, Khalkedon (Körler Ülkesi) antik kentinin tam üzerinde trenlere binip inmişiz.

Yapılan kazılarda neler bulundu derseniz:

  • Erken Bizans Dönemi Hamamı: Rayların hemen altında, devasa bir hamam kompleksi ortaya çıktı.
  • Azize Bassa Kilisesi: Yıllardır yeri tartışılan bu önemli kilisenin kalıntıları gün yüzüne çıkarıldı.
  • Toplu Mezarlar ve Sikkeler: Binlerce sikke, takı ve iskelet, Kadıköy’ün (Khalkedon) ticari ve sosyal hayatına dair bilinmeyenleri ortaya döktü.
  • Peronların Altındaki Tarih: Artık Haydarpaşa’ya baktığınızda sadece 1908 yapımı bir bina değil, M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanan bir tarih katmanı görmelisiniz. Kazı alanı, garın çevresini bir açık hava müzesine dönüştürme potansiyeli taşıyor. Şu anda yürüyüş yolları (skywalk) ile bu kazı alanının gezilebilmesi planlanıyor. Bu, dünyada eşine az rastlanır bir durum: Aktif bir tren garı ve altında yaşayan bir arkeopark.

5. Haydarpaşa Mendireği: Şehrin En Güzel Gün Batımı

Garı gezdikten sonra (veya dışarıdan o heybetini izledikten sonra), rotanızı mutlaka Haydarpaşa Mendireği’ne çevirmelisiniz. Gar binasının deniz tarafındaki o uzun taş yol, balıkçıların, aşıkların ve İstanbul’u dinlemek isteyenlerin sığınağıdır.

Burada yürürken sol tarafınızda devasa gar binası tüm ihtişamıyla yükselir. Sağ tarafınızda ise Marmara Denizi’nin sonsuzluğu uzanır. Mendireğin ucuna kadar yürüdüğünüzde, İstanbul’un en güzel panoramalarından biriyle karşılaşırsınız. Karşıda Sarayburnu, Ayasofya ve Sultanahmet silueti, gün batımında kızıla boyanırken, önünüzden geçen Şehir Hatları vapurlarının köpükleri kıyıya vurur.

Burası fotoğrafçılar için bir cennettir. Özellikle “altın saat” (golden hour) denilen gün batımı vaktinde, garın camlarına vuran güneş ve önünden süzülen bir vapur, kartpostallık kareler sunar. Ayrıca mendirek üzerindeki kayalıklarda oturan amatör balıkçılarla sohbet etmek, İstanbul’un o yavaş, sakin yüzünü görmenizi sağlar.

6. Lezzet Durağı: Tarihi Haydarpaşa Gar Lokantası

Haydarpaşa denilince akla gelen en kült mekanlardan biri de şüphesiz binanın içindeki Gar Lokantası’dır. Turkuaz çinileri, beyaz örtülü masaları ve o nostaljik havasıyla, sanki 1950’lerin İstanbul’unda bir akşam yemeği yiyormuşsunuz hissi verir.

Burası bir “meyhane” kültürünün, edebi ve adabı olan bir temsilcisidir. Duvarlarında Nazım Hikmet’ten, Yeşilçam emektarlarına kadar pek çok ismin hatırası vardır. Mezeleri klasiktir; lakerdası, beyaz peyniri, kavunu… Ama asıl lezzet, o yüksek pencerelerden Kadıköy rıhtımına ve denize bakarak yenen yemektir. Tren düdüklerinin yerini şimdi restorasyon sesleri alsa da, Gar Lokantası direnmeye ve o eski İstanbul beyefendisi tavrını korumaya devam ediyor.

Not: Restorasyon süreci nedeniyle lokantanın açık olup olmadığını veya çalışma saatlerini gitmeden önce mutlaka kontrol etmek gerekir. Bazen sadece belirli bölümleri hizmet verebiliyor.

7. Sinema ve Edebiyatta Haydarpaşa İmgesi

Bu yapıyı gezmek, aynı zamanda Türk sinema tarihinde bir yolculuğa çıkmaktır. Haydarpaşa, “gurbet” temasının başrol oyuncusudur.

  • Gurbet Kuşları (1964): Halit Refiğ’in bu kült filminde, Maraş’tan gelen ailenin Haydarpaşa merdivenlerinde İstanbul’a bakışı, Türk sosyolojisinin en net özetidir.
  • Edebiyat: Nazım Hikmet, “Memleketimden İnsan Manzaraları” destanını Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinden başlatır. “Haydarpaşa garında / 1941 baharında / saat on beş sularında…” dizeleri, bu mekanın sadece taştan değil, kelimelerden de örüldüğünü hatırlatır.

Garı gezerken, bu sahneleri gözünüzde canlandırmak, mekanla kuracağınız bağı derinleştirecektir. Merdivenlerde durup, tıpkı o filmlerdeki gibi şehre “meydan okuyan” bir bakış atmadan buradan ayrılmayın.

8. Yakın Çevrede Keşif: İskele ve Rıhtım

Haydarpaşa Garı’nın hemen yanı başındaki vapur iskelesi de garla uyumlu bir mimariye sahiptir (Kütahya çinileriyle bezenmiş küçük, zarif bir yapı). Buradan Kadıköy çarşısına doğru yürürken, denizin hemen kıyısında dizilmiş banklarda oturup, Haydarpaşa’nın o heybetli yan cephesini izleyebilirsiniz.

Ayrıca daha önceki sohbetimizde bahsettiğimiz Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı, garın hemen arka tarafındaki tepede, GATA (Sultan Abdülhamid Han Hastanesi) tarafında kalır. Eğer vaktiniz varsa, bu iki mekanı aynı gün içinde gezmek, 19. ve 20. yüzyıl tarihini bir bütün olarak algılamanızı sağlar. Bir yanda Alman mimarisi (Gar), diğer yanda İngiliz bahçesi (Mezarlık); İstanbul’un nasıl bir imparatorluklar sahnesi olduğunun kanıtıdır.

Haydarpaşa Garı, şu anda hummalı bir çalışma içinde. Bir yandan trenlerin geri dönmesi için raylar döşeniyor, bir yandan arkeologlar toprağı fırçalarla temizliyor, bir yandan da restoratörler o eşsiz vitrayları parlatıyor.

Burası yakında sadece bir ulaşım merkezi değil, bir kültür havzası, bir müze-gar olarak hayatımıza geri dönecek. Ancak inşaat iskelelerinin ardında bile o büyüleyiciliğini koruyor.

Bir akşamüzeri, Kadıköy vapuruna binin. Vapur Haydarpaşa’nın önünden süzülürken o devasa binaya bakın. Sadece taşları değil; orada yaşanan milyonlarca kavuşmayı, ayrılığı, gözyaşını ve umudu göreceksiniz. Çünkü Haydarpaşa, İstanbul’un atan kalbidir ve o kalp, tüm yangınlara rağmen atmaya devam etmektedir.

Onu sadece bir bina olarak görmeyin; o, İstanbul’un size “Hoş geldin” ve “Güle güle” diyen en vefalı dostudur.

Haydarpaşa Garı haritalı yol tarifi için buraya

Etiketler

Muğla’ da gezilmeye yaşama ve konaklama ve tatile dair ne varsa sitemizden takip edebilirsiniz.

BİZİ TAKİP EDİN